30 Kasım 2011 Çarşamba

Dönemin Tanıkları Gazeteciler Anlatıyor: Gazeteci İzzet Kezer'i Devlet Vurdu !

Sami Solmaz’ın “Savaşın Tanıkları. Gazeteciler Anlatıyor” isimli belgeseli, bölgede 1990’lı yıllarda uyguladığı vahşetin üzerinin nasıl örtüldüğünü, medyada nasıl bir sansür ve otosansürün egemen kılındığını olaylara tanık olan gazetecilerin anlatımlarıyla gözler önüne seriyor. Solmaz’ın konuştuğu isimler şöyle: Mehmet Ali Birand, Ece Temelkuran, Mete Çubukçu, Müjgan Halis, Celal Başlangıç, Ragıp Duran, Mehmet Güç, Şanar Yurdatapan, Merdan Yanardağ, Faruk Balıkçı, Ramazan Yavuz, Ahmet Sümbül, Ramazan İmral, Adil Harmancı, Ferhat Aslan, Ahmet Akkaya, Ferda Çetin, Nevzat Bingöl, Baki Gül, Sertaç Kayar, İsmet Mikailoğulları, Günay Aslan.

 MGK GÜDÜMLÜ MEDYA
 Yaşadıklarını, gördüklerini anlattıkları haberlerin, çektikleri fotoğrafların, attıkları manşetlerin MGK güdümündeki medya yöneticileri tarafından nasıl saptırıldığını, dezenformasyon malzemesi haline getirildiğini anlatan gazeteciler, bugün Türkiye’nin batısında yaşayan insanların hiç bilmedikleri bu gerçeklerin bir bölümünün gün ışığına çıkması karşısında şaşırdıklarını vurgularken, “Bunun hiç kimsenin altından kalkamayacağı bir günah” olduğunu söylüyorlar. Ancak bir de madalyonun diğer yüzünde yer alan gazeteciler var. En başta Özgür Gündem çalışanları olmak üzere, hayatları pahasına gerçekleri ortaya çıkartmak ve halkı bilgilendirmek için uğraşıp didinen gazeteciler.

 BİRAND: TÜRK MEDYASI KÜRTLERE FRANSIZ
 Gazeteci Mehmet Ali Birand 1990’lı yıllarda ilk kez PKK Lideri Abdullah Öcalan’la yapmış olduğu söyleşinin yarattığı etkiden söz ederken, “ İster Türk gazeteci olsun, ister Kamboçyalı gazeteci olsun, her hangi bir gazeteci için son derece önemliydi. Şimdi de önemli. Ben de onu yaptım.Gazeteci olarak gittim ve görüşmeyi yaptım ancak başıma gelmeyen kalmadı. Çünkü öyle bir devlet anlayışı vardı ki, bu söyleşiyi yapmakla sanki Öcalan’ı ben yaratmışım gibi, Türkiye’ye ben hediye etmişim gibi, bir muameleyle karşı karşıya kaldım. Sırf  Abdullah Öcalan’ın Galatasaray takımını tuttuğunu ve güvercin beslediğini yazdığım için, “ terör örgütünü övmekten” hakkımda 15 yıl cezaya varan mahkeme açılmıştı,  Bugün medyaya bakıldığında yıllarca devletin yanında yer aldığının açıkça görüldüğünü belirten Birand, “Şimdi bile öyle yapılıyor. Çok rahatlıkla şu söylenebilir Türk medyası genelde Kürt sorununa çok Fransız kaldı, çok Türk kaldı. Kaldı ki o Türk kalması nedeniyle doğru dürüst yansıtamadılar” dedi.

GÜÇ: ZORLA ‘BEBEK KATİLİ’ DEDİRTTİLER
 Mehmet Güç ise Öcalan yakalandığında kendisine yayından yapılan uyarıları şöyle anlatıyor: “ 1999 yılında Abdullah Öcalan yakalandıktan sonra, İmralı’ya götürüldüğü dönemde Mudanya’dan yayın yapan ve gelişmeleri kamuoyuna aktaran onlarca gazeteciden biri de bendim. Mudanya iskelesinden yapılan o ilk günkü yayınlar sırasında yayın kulaklığından ısrarla Öcalan ile ilgili bazı sıfatlar kullanmam uyarısı yapılıyordu. Öcalan’ı “bebek katili”, “ terörist “ olarak sunmam ile ilgili sürekli yoğun bir uyarı yapılıyordu”.

BALIKÇI: ARKADAŞIMIZI DEVLET VURDU
 Dönemin Diyarbakır  Hürriyet ve Doğan Haber Ajansı Muhabiri Faruk Balıkçı anlatıyor: “1990’lı yıllarda Cizre Newroz’un merkez yeriydi. Avrupa’dan ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gazeteciler Newroz’u izlemeye gelmişti. Yıl 1992’ydi. Yine tek otel olan Kadıoğlu otelinde kalıyorduk.  Newroz günü çok büyük olaylar yaşandı. Ertesi gün 22’sinde sanki filli bir sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti, biz o sırada oteldeydik. Birden bir çocuğun bağırış sesi geldi. Çok canı yanmıştı ve bağırıyordu. O feryat dikkatimizi çekti ve o sese doğru gitmeye karar verdik. Bir çok gazeteci gelmedi biz 10 kişi sesin geldiği yöne doğru ilerledik. Sokağa girer girmez tugayın bulunduğu yönden üzerimize ateş açılmaya başladı. Biz kendimizi yere attık ve en yakında bulunan eve sığındık. Ne yapalım ne edelim düşünürken, bazı arkadaşlar beyaz bayrak yapıp dışarıya çıkabileceğimizi söylediler. Ben beyaz bayrak dinlemeyeceklerini, en iyisi karanlık çöktükten sonra çıkmamızı önerdim ancak beyaz bayrakla çıkma fikri galip geldi. Üç çubuk bularak beyaz bez bağladığımız çubuklarla dışarıya çıktık. Bir bayrağı ben, bir tanesini Sabah Gazetesi Muhabiri İzzet Kezer, bir tanesini de Alman bir muhabir taşıyordu. Biz 10 kişi bize ilk ateş açıldığı noktaya geldiğimizde bu kez üzerimize yine aynı askeri tugaydan bu kez daha da seri bir biçimde ateş açılmaya başladı. Korkunç bir ateşti. O bağırışlar, çağrışmalar birden kendimizi en yakın bulunan kapı altlarına attık. Geriye bir an dönüp baktığımızda İzzet Kezer isimli muhabir arkadaşımız kanlar içersinde yerde yatıyordu. Mermi kafasına isabet etmişti yerde beyni dağılmıştı”.


BirGün   /   Zeynep Kuray

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder