30 Kasım 2011 Çarşamba

Parlamentoya Baskê ji Tirkiye xwest ku alîkariya Demirbaş bike

Nexweşiya Şaredarê SUR ê Abdullah Demirbaş lê giran dibe. Divê tedawiya wî li derveyî welêt pêk were. Lê qedexeya dadgeha Turkiyê, rê li ber digre ku derkeve derve. Dezgeha Mafê Mirovan Kurdocide Watch-CHAK ji bo ku qedexeya li ser Demirbaş rake, demek e kampanya xwe di gel dezgehên hevkar, “Komela li Dijî Jenosîdê li Frankfurt”ê û “Komîteya Piştgiriyê ya Demirbaş” dide domandin.

Pirsa Demirbaş di vê çarçoveyê de berî niha çûbû ber destê Parlamentoya Baskê. Pêşniyaza Kordînatorê CHAK ê Gabar ÇIYAN, xwestina biryarekî giştî ya parlementoyê bû ku, ji rêvebirê dewleta Turkiyê re bê şandin da ku qedexeya li ser Demirbaş rabe.

Parlamentoyê îro navenda CHAK ê agehdar kir ku, wan ji bo piştgiriya Demirbaş biryarekî giştî dane. Beyana Parlementoyê wisa ye:

”Parlamentoya Baskê berî niha jî li ser rewşa siheta Demirbaş, cezeyên jêre hatine birrîn û operasyonên li dijî kesên BDP yî ku bi dengê xelkê hatine hilbijartin, endîşeyên xwe ji Hikumeta Turkiyê re anîbû zimên.

Parlamento rewşa Demirbaş ji nêz ve raçav dike û ji rêvebirên Turkiyê daxwaz dike ku tedawiya Demirbaş li deverên pêwîst û baştir pêk were.

Xwestina Parlamentoya Baskê ji hikumeta Ispanyayê, bi rêya Wezareta Derve ji Hikumeta Turkiyê daxwaz bike ku, ji bo tedawiya birêz Abdullah Demirbaş li derveyî welêt pêk were, biryara qedexeya li ser carekî din binirxîne û di çav re derbas bike.”



PUKmedia

Kerkukî: Divê dewleta tirk bi Ocalan û PKK’ê re rûne

Şanda Ragihandina Kurdên Bakûrê Kurdistanê bi Serokê Parlementoya Herêma Kurdistan Kemal Kerkûkî re civiyan. Kerkûkî di civînêde diyar kir ku divê pirsgirêka kurd bi rêya diyalogê çareser bibe û ji bo çareseriyê jî dewleta tirk bi Abdullah Ocalan û PKK re rûne.

 Li gor Ajansa Nûçeyan a Dîcle (DÎHA) Serokê Parlementoya Herêma Kurdistanê Kemal Kerkûkî li parlamentoyê pêşwaziya şanda çapemeniyê kir. Di hevdîtine de Kerkûkî diyar kir ku li her çar parçeyên Kurdistanê pirsa kurd bi rêya aştî, demokrasî û dîyaloge çareser bibe û wiha got: "Êdî dewleta tirk bi rêya şiddetê nikare pirsgirekê çareser bike. Divê êdî pirsgirêk bi diyalog û demokrasiyê pêş bikeve. Lazime dewleta tirk bi PKK û Rebêre wê Birêz Abdulla Ocalan re li ser masê rune, bi diyalog û muzakereyan pirsgirêkê çareser bike.”

Hêjayî gotinê ye di navbera rojnamevanên Bakûr û Başûrê Kurdistanê de rojên 25 û 26.11.2011’an di bin navê “Rolê çapemeniyê di proseya aştî û demokrasiyê de” bi beşdariya 185 kesayetî, dezgehên ragihandinê yên Bakûr û Başûrê Kurdistanê li bajarê Dihokê konferansek hatibû saz kirin.



Rûdaw

Alman Parlementerler: Kimyasal izine Rastladık

Kazan Vadisi’nde incelemelerde bulunan Alman heyetinde yer alan Parlamenter Jan Van Aken, ‘HPG’lilerin cenazelerinde kimyasal silah izlerine rastladık’ dedi

 Savcılığın doğru dürüst otopsi yapmaması ve otopsi sonuçlarının ailelerle paylaşılmamasının “kimyasal silah” iddialarını güçlendirdiğini söyleyen Aken, “Türkiye’nin kimyasal silahları olduğunu biliyoruz, teknik açıdan da bu ispatlanmış, askeriyede bunların kullanılmasına izin vermiş. Cenazeler üzerinde de bunların izleri var” dedi.

 

Kimyasal silah izleri var

 Colemêrg’in (Hakkari) Çêlê (Çukurca) ilçesi Geliyê Tiyarê’de (Kazan Vadisi), 22-24 Ekim tarihleri arasında, TSK tarafından yapılan operasyonda yaşamını yitiren 36 HPG’linin “kimyasal silah ile öldürüldüğü” iddiasını araştırmak için beraberindeki heyetle Türkiye’ye gelen Federal Alman Parlamenteri Dış İlişkiler Komisyonu Üyesi ve 2 yıl Birleşmiş Milletler’de biyolojik kimyasal silahlar konusunda uzman olarak çalışan Jan Van Aken, cenazeler üzerinde inceleme yapmak için gittikleri Meletî’de savcı tarafından reddedilmelerini ve Geliyê Tiyarê’de yaptıkları incelemeden sonra neler yapacaklarını anlattı.

‘Otopsi yarım yamalak’

 Cenazeleri görmek için gittikleri Meletî’de savcı tarafından reddedilen Aken ve beraberindekiler, Malatya Cumhuriyet Savcısı’nın tavrına anlam veremediklerini kaydetti. Aken, “Beni en fazla düşündüren durum cenazelere doğru düzgün bir otopsi yapılmaması ve yapılan yarım yamalak otopsi sonuçlarının da ailelerle paylaşılmaması” diye konuştu. Aken, “Eğer ben devlet olsaydım, kimyasal silah kullanılmadığı konusunda kendimden eminsem, bu tür iddiaların araştırılması için bütün olanakları sağlardım” dedi.

‘Şüpheleniyorum’

Aken, “Türkiye’nin kimyasal silahları olduğunu biliyoruz, teknik açıdan da bu ispatlanmış, askeriyede bunların kullanılmasına izin vermiş. Cenazeler üzerinde de bunların izleri var. İşte bütün bunlar Kazan Vadisi’nde de kimyasal silah kullanıldığı iddialarını güçlendiriyor. Türkiye’nin kimyasal silah kullanmış olabileceği konusundaki 5 örnekten dolayı ben de Türkiye’yi takip ediyorum ve şüpheleniyorum” diye konuştu.

‘Köpek leşi işe yarayabilir’

 Yaptıkları incelemede HPG’li bir kadına ait olduğu belirtilen bir tutam saç ve olay günü öldüğü sanılan bir köpekten parça aldıklarını söyleyen Aken, “Saç tutamı o kadar çok yanmış ki, üzerinde herhangi bir bulguya rastlamamız zor olabilir. Ancak köpek leşinden aldığımız numune sonuç verebilir. Oradaki köylülerin ve olaydan hemen sonra bölgeye giden heyete eşlik eden gazetecilerin verdiği bilgiye göre, köpek yeni ölmüş. Biz de öyle bir kanıya vardık. 34 gündür o köpek orada duruyor. Çok kötü kokuyordu. Varsa kimyasal 34 gün içinde o köpeğin içinde dağılmıştır. Bu parçayı Almanya’ya götüreceğim. Uzmanlarla görüşeceğiz. Bu parçada bir bulguya rastlayabilir miyiz diye inceleteceğiz. Ne pahasına olursa olsun bunu araştıracağız” dedi.

‘Meyve kokusu veren kimyasal var’

 Köylülerin kendilerine operasyonun ardından dere suyunun yaklaşık 2 kilometrelik alanda mavi aktığı yönünde bilgi verdiğini, ayrıca elma ve armut kokularını andıran kokuların hissedildiğini anlattıklarını belirterek, “Böyle meyve kokusu veren bir kimyasal silah var. Acaba hangi silahtır ve nasıl bir koku yayıyor, etkisi nedir bunları araştıracağım” dedi. Uluslararası bir heyetin de bu konuda inceleme yapmasını, cenazeler üzerinde bir araştırma yapması için Türkiye’nin gerekli olanakları sağlamasını isteyen Aken, inceleme ve araştırma sonucunu rapor halinde yayınlayacaklarını da sözlerine ekledi.




Özgür Gündem (Diha)

Depremzedeler AKP logolu Yardım! battaniyelerini yaktılar

Eksi 20 dereceye kadar düşen dondurucu havada yaşamını sürdürmeye Wanlı depremzedeler, bugüne kadar kendilerine yardım etmeyen, şimdi ise reklamını yapmak için amblemli battaniye dağıtan AKP’ye isyan etti. Battaniyeyi yakan Ayten Solgür, “Biz can derdindeyiz AKP reklam derdinde, gururumuzla oynamak istiyorlar” dedi.
 

Alın battaniyenizi başınıza çalın!

 Wanlı depremzedeler, bugüne kadar kendilerine yardım etmeyen, şimdi ise reklamını yapmak için amblemli battaniye dağıtan AKP’ye isyan etti. Battaniyeyi yakan Ayten Solgür, ‘Biz can derdindeyiz AKP ise reklam derdinde’ diyerek, Kürt halkının gururu ile oynamak istediklerini söyledi

 Wanlı depremzedeler eksi 20 dereceye kadar düşen dondurucu havada yaşamını sürdürmeye çalışırken AKP’nin halka amblemli battaniyeler göndermesi depremzedelerin tepkilerine neden oldu. Hacıbekir Mahallesi Sürmeli 1 Sokak’ta kurduğu çadırda yaşamaya çalışan Ayten Solgür, AKP’nin gönderdiği battaniyeleri yakarak tepkisini gösterdi. Solgür, AKP’nin yardımları bir camide dağıttığına dikkat çekti. AKP’lilerin esnaflara torbalar verdiğini ve “kesinlikle AKP’lilerin dağıttığını söylemeyin” dediğini aktaran Solgür, bu torbalardan AKP ambleminin olduğu battaniyeler çıktığını belirtti.

 Battaniyeyi görünce şok olduklarını söyleyen Solgür, herkesin sinirlendiğini ve battaniyeleri sobalara atarak yaktığını anlattı. Solgür, kendisinin yakmamasının sebebini ise “Bu ayıbı basına göstermek için” diye açıkladı.

Donsam bile örtünmem

 Ayten Solgür, AKP’ye tepkisini şöyle dile getirdi: “Kendi partinin reklamını yapmak için battaniyelerin üzerine reklam koyup dağıtman insanlığa sığar mı? Bu karda kıyamette insanlar üşüyor sen kalkıp bayraklarının resminin olduğu battaniyeleri dağıtıyorsun. Biz can derdindeyiz AKP reklam derdinde. Biz ölsek de, soğuktan donsak da o battaniyeleri hiçbir şekilde üzerimize örtmeyiz.”

Gururumuzla oynuyor

 Başbakan’a “Utanmıyor musun reklam yapmaya. Sen bu ülkenin Başbakanısın, bu şovu bu reklamı yapıyorsun” diye seslenen Solgür, Başbakan Erdoğan ve AKP’nin insanların ve Kürtlerin gururu ile oynadığını söyledi. “Sen insansan, bu insanlar için işe yarayacak şeyler gönderirsin” diyen Solgür konuşmasını şöyle sürdürdü: “Şimdiye kadar hiçbir devlet yetkilisi mahallemize gelmedi. Sadece merkeze geldiler, asker ve polislere yardımda bulundular. Ama bize iğne ucu kadar bile yardım getirmediler. Sadece Diyarbakır, Cizre ve Urfa belediyeleri bize yardımda bulundu.”

 Kürt halkına, “Hiçbir şekilde oyuna gelmeyin” çağrısı yapan Solgür, “Halkımız evlerini bırakıp başka şehirlere gitmesin, evlerini hırsızlara bırakmasın. Eğer öleceklerse de kendi topraklarında, başkalarının minneti altında olmadan ölsünler” dedi ve AKP ambleminin olduğu battaniyeleri ateşe verdi.


Özgür Gündem

Karayılan: Tek taraflı adım atmayacağız

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ateşkes yapılacağı yönündeki iddialara yanıt verdi: “Ne olacaksa karşılıklı olmak zorunda; bizden yana artık tek taraflı adımlara yer yoktur. Bunu açık söylüyoruz.”


ANF’ye konuşan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “PKK'nin silah bırakması durumunda çok ciddi gelişmeler olabileceğini” açıklaması ile, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin “Silahların bırakılması konusunda PKK'yi ikna ettim” açıklamasını değerlendirdi. 

BİZDEN YANA ARTIK TEK TARAFLI ADIMLARA YER YOK 

Karayılan, şunları söyledi: “Türkiye’de Kürt sorunu güncel bir konu. Hemen herkes kendi açısından tartışıyor, fikir ileri sürüyor. Tartışmanın ve değişik fikir ortaya atmanın herhangi bir sakıncası yok. Fakat Başbakan Erdoğan’ın ‘PKK’nin silah bırakması durumunda çok ciddi gelişmeler olabileceği’ sözü öteden beri Kürt halkına ve bize dayatılan bir şeydir. Yani “önce teslim ol, silah bırak; sonra ben merhametim ne kadar el verirse sana öyle yaklaşırım.” Bu açıdan bunun hiçbir yeri yoktur; bu, olması mümkün olmayan bir husustur. Ama Sayın Talabani, sanırım daha çok kendine göre bazı şartlara bağlayarak ifade ediyor. Ona bir şey demem; tartışılabilinir. Ne olacaksa karşılıklı olmak zorunda; bizden yana artık tek taraflı adımlara yer yoktur. Bunu açık söylüyoruz.

BARZANİ’NİN TÜRKİYE ZİYARETİNDEN SONRA BAZI GELİŞMELER OLABİLİRDİ AMA…

Son günlerde ‘görüşmeler var, çözüm olacak, vb.’ bazı psikolojik savaş söylemleri de çeşitli basın-yayın organlarında servis ediliyor. AKP hükümeti, bu tür girişimlerle çözümün bütün zeminlerini ortadan kaldırıyor. Ne çözümü! Tek yol bırakıyor: Direnme yolu. Bir taraftan bu kadar saldırı varken, öbür taraftan çözümden bahsetmek gerçekle örtüşmüyor.

Örneğin; Federe Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Mesut Barzani de Türkiye’ye gitti. Belli ki orada bir takım tartışmalar olmuş. Eğer süreç normal gitseydi Sayın Mesut Barzani’nin dönüşünden sonra belli bazı gelişmelerin yaşanması belki olası olurdu ama Erdoğan, Kürt heyetiyle -Sayın Mesut Barzani ile- her ne konuşmuşsa onu yolculadıktan sonra hem tehditler savurdu, hem de operasyonlara hız vererek özellikle de en son Önder Apo’nun avukatlarını da hedefleyerek yumuşamanın tüm zeminlerini tasfiye etti. Bu da AKP’nin niyetini açığa vuran bir durumdur. Bence Sayın Barzani, Sayın Talabani ve bütün gözlemci çevreler bunu iyi görmeli. Yani bir taraftan biz Kürtlere mesaj verilmekte; ‘silah bırakılırsa şu bu olur’ denilmekte, öbür taraftan da var gücüyle saldırılar geliştirilmektedir. Bütün Medya Savunma Alanlarına yüzlerce sorti yapılarak uçak saldırıları gerçekleştirildi; Önderlik avukatlarına saldırı oldu. Bunlar ne zaman oldu? Kürt heyetinin Türkiye’den dönüşü ardından oldu. Bu, “Siz Kürtler gidin, tartışın, danışın; PKK teslim oluyorsa olsun, yoksa ben hepinizi hedefleyeceğim” demektir. AKP’nin yaptıkları bu anlama geliyor.

HÜKÜMETİN KÜRTLERLE UZLAŞMA GİBİ BİR NİYETİ YOK

Türkiye kamuoyunun da bilmesi gerekiyor ki, AKP’nin saldırıları, yumuşamanın ortamını kaldırmıştır. Eğer öyle olmasaydı belki tartışmalarla bazı sonuçların ortaya çıkması mümkün olabilirdi ama Türk devletinin tek taraflı saldırısı -kaldı ki biz bu süreçte öyle çok kapsamlı bir eylem yapmadık- biçiminde süreç tırmandırıldı. Bu, Türk sömürgeciliğinin gerçek niyetini açığa vurmaktadır. Kürtlerle uzlaşmak, Kürtlerden özür dilemek, Kürtlerle bir arada yaşamanın eşit koşullarını yaratma niyetleri yoktur; baskı ve şiddetle teslim alma politikaları vardır. Bunun için Kürtleri aynı zamanda birbirine karşı kullanma taktikleri geliştirilmektedir. Yani bu konudaki politikaları çok açık. Bence herkes bunu görmelidir. Bütün ilgili çevrelerin bunu izlemekte olduğunu da düşünüyorum.”


ANF NEWS AGENCY

Hayata Dönüş Operasyonu: "Tufan"ın Tutanağı Sahte Çıktı

"Tufan" adıyla gerçekleştirilen Bayrampaşa Cezaevi operasyonunun ardından hazırlanan jandarma tutanağındaki imzaların sahte olduğu, mahkemeye gönderilen açıklamayla anlaşıldı.


Hayata Dönüş Operasyonu kapsamında "Tufan" adı verilen harekat planıyla 19 Aralık'ta Bayrampaşa Cezaevi'nde gerçekleştirilen operasyonun, mahkemeye gönderilen jandarma tutanağı sahte çıktı.

Ayrıca, Jandarma Genel Komutanlığı'nın tutanakta sicil numarası bulunan askerlerle ilgili 2005'te mahkemeye gönderdiği açıklamayla, 2011'de gönderdiği açıklamada farklı isimler var.

2011'de mahkemeye gönderilen tutanaktaki üç sicil numarasının sahte olduğu, "Bu sicil numarasına sahip personel yoktur" şeklinde ifade ediliyor.

Tutanakta ismi bulunan İstanbul Başsavcısı Ferzan Çitici ile Savcı Fikret Ünalan için, "imzalamaktan imtina etmiştir" yazıyor.

Avukat Oya Aslan, "bu olay tutanağı delil gösterilerek operasyonda yaralanan mahkumlara bir de dava açıldığını, iddianamenin esasını sahte tutanağın oluşturduğunu" söyledi. Aslan, savcılar için de "Tutanağın altına imza atmaktan çekinmişler" dedi.
Jandarma "fikrini değiştirdi"

Bayrampaşa Cezaevi'nde "toplu ayaklanma nedeniyle" aleyhlerinde dava açılan mahkumların yargılandığı Eyüp 3. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki davaya, 27 Ekim 2005'te İl Jandarma Komutanı Ünal Karaosmanoğlu imzasıyla gönderilen yazıda, operasyonun tutanağını düzenleyen personelin isimleri şöyleydi: Emekli Yüzbaşı Zeki Bingöl, Yüzbaşı Ömer Arık, Yüzbaşı Hüseyin Pir, Yüzbaşı Ahmet Koçyiğit, Yüzbaşı Ahmet Eş.

Cezaevi operasyonunda görev alan 39 erin yargılandığı, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen 27 Eylül 2011 tarihli, Albay Sadık Köroğlu imzalı yazıda ise, olay tutanağını "imzalayan" jandarmaların, "aslında gerçek olmadığı" ifade ediliyordu.

Jandarma Genel Komutanlığı'ndan mahkemeye yollanan yazıya göre, tutanakta Başçavuş Macit Sarıkaya ile Başçavuş Suat Aykan'ın sicil numaraları vardı. Diğer üç sicil numarasıyla ilgili de "bu sicil numaralarına sahip muvazzaf ya da emekli personel bulunmadığı tespit edildi" dendi.

Sahte tutanakta, "Asla canlı teslim olmayacaklarını söylediler ve koğuşlardan ellerindeki silahlarla ateş açtılar, kapıyı içerdien kilitlemişlerdi" ifadeleri, operasyonda Uzman Jandarma Çavuş olarak görevli olan Altan Sabsız'ca yalanlanmıştı. Sabsız, Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 5 Temmuz'da verdiği ifadesinde, "kadınların teslim olmak istemesine rağmen kapıların açılmadığını, mahkumların üzerine yanıcı madde sürülmüş battaniye atıldığını" söyledi.
"Tufan" 11 yıl sonra çıkmıştı

19-22 Aralık 2000'de yapılan Hayata Dönüş Operasyonu'nun Bayrampaşa Cezaevi'yle ilgili davası, olaydan 10 yıl sonra açılmıştı. "Bayrampaşa Cezaevi Özel Müdahale Planı EH-3" başlıklı 15 Aralık 2000 tarihli "Tufan" adı verilen harekat planı da olaydan 11 yıl sonra mahkemeye sunulmuştu. Jandarma Genel Komutanlığı'nın açıklamasına göre "kayıp" olan belgeyi, İl Jandarma Komutanlığı açıklamıştı.

Türkiye çapında 20 cezaevinde yapılan operasyonda ikisi asker 32 kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce tutuklu ve hükümlü yaralanmıştı. Bayrampaşa Cezaevi'ndeki operasyonda da 12 tutuklu ve hükümlü öldü, 55 kişi yaralandı. Kadınlardan beşi yanarak ölmüştü.




BiaNet  /  Ayça SÖYLEMEZ 

Faili meçhul soruşturması Çiller'e uzandı

Faili meçhul cinayetlere ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında Turgay Ciner, eski Başbakanlardan Tansu Çiller ile eşi Özer Çiller ve eski MİT'ci Nuri Gündeş ifade verecek. 

 Faili meçhul cinayetlere ilişkin yürütülen  soruşturma kapsamında, Turgay Ciner, eski MİT'çi Osman Nuri Gündeş ve eski Başbakanlardan Tansu Çiller ile eşi Özer Çiller'in ifade vereceği öğrenildi.

 Özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliğince bazı faili meçhul cinayetlere ilişkin olarak yürütülen soruşturma kapsamında, bugün eski MİT mensubu Mehmet Eymür İstanbul'da gözaltına alınmasının ardından kamuoyunun yakından tanıdığı bazı isimlerin de soruşturma kasamında bu hafta sonu ya da önümüzdeki hafta ifade vereceği öğrenildi..

 Rotahaber.com'un haberine göre; ifade verecek isimler arasında  Habertürk Gazetesi ve televizyonununu bünyesinde barındıran Ciner Medya Grubu sahibi Turgay Ciner, eski MİT İstanbul Bölge Müdürü O. Nuri Gündeş ve eski Başbakanlardan  Tansu Çiller ile eşi Özer Çiller yer aldığı belirtiliyor.

 Bu isimlerin faili meçhullerle ilgili önümüzdeki günlerde ifadeye çağrılacağı ileri sürülürken, Çiller'in özel danışmanı Memduh Bayraktaroğlu'nun da geçtiğimiz günlerde şahit olarak görüşlerine başvurulmuştu.

Çarkın'la süreç başladı
 Eski Özel Harekat Polisi Ayhan Çarkın'ın ifadeleri sonrası başlatılan Faili Meçhuller soruşturması Ankara Cumhuriyet Savcısı Hakan Yüksel tarafından yürütülüyor. Soruşturma kapsamında şimdiye kadar 9 kişi tutuklandı. Mehmet Ağar da soruşturma kapsamında ifade verirken, ifadeye çağrılan 4 isim ise oldukça kritik önem taşıyor.
 
 Yeraltı dunyası ile ilişkiliydi
 Osman Nuri Gündeş’in, MİT İstanbul Bölge Başkanı olduğu dönemde yeraltı dünyasıyla ilişkisi olduğu öne sürülmüştü. Birinci MİT Raporu’nda Gündeş hakkında haraç almadan, yeraltı dünyası bağlantılarına kadar çok sayıda iddia ortaya atılmıştı. Eski MİT mensubu Mehmet Eymür, İpekçi cinayeti ve ülkücülerin kullanılması konusunda da Gündeş’i işaret etmişti.  Ergenekon davasının kilit isimlerinden Tuncay Güney’in bir dönem MİT mensubu olduğu iddiasında bulunan belgenin ortaya çıkmasıyla birlikte Gündeş yeniden gündeme gelmişti. Tansu Çiller'in Başbakan olduğu dönemde Gündeş Başbakanlık İstihbarat Müsteşarlığına getirildi. Gündeş Haziran 2009’da Ergenekon soruşturması nedeni ile Savcı Zekeriya Öz’e şüpheli sıfatı ile ifade vermişti. Gündeş son yıllarda özel güvenlik işi yapıyordu.
 
Her ihalesi olay oldu
 Medya, Enerji, havacılık sektörlerinde onlarca şirketi bulunan Turgay Ciner Türkiye’nin ve dünyanın sayılı zenginleri arasında. Ciner’in  servetinin 1.5-2 milyar TL arasında olduğu açıklandı. Turgay Ciner, girdiği ihaleler, satın aldığı şirketler ve gazeteler ile ismi sık-sık manşetlerde yer alan bir isim oldu. Ancak hakkında önemli iddialar, ciddi söylentiler var. Okul yıllarında çay ocaklarında çıraklık yapan Turgay Ciner, üniversite yıllarında oto yedek parçacılığı ticaretine başladı. Kardeşi Tuncer ile adı Mercedes kaçakçılığına karışan Ciner, şaibeli bir biçimde sahip olduğu HAVAŞ’ı uyuşturucu kaçırmak için kullandığı iddiaları gündeme gelmişti.
 
O listedekiler infaz edildi
 1990’lı yıllara damgasını vuran  faili meçhul cinayetlerin dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in talimatı ile yapıldığı öne sürüldü. Çiller 3 Kasım 1993'te İstanbul’da gazetecilere şu açıklamayı yaptı: Elimizde PKK'ya yardım eden 60 Kürt işadamının listesi var.” Bu açıklamanın ardı sıra infaz haberleri geldi. Kürt işadamları Hacı Karay, Savaş Buldan, Adnan Yıldırım, Behçet Cantürk, Faik Candan gibi onlarca isim ardı sıra infaz edildi.
 


BirGün (rotahaber)

Dönemin Tanıkları Gazeteciler Anlatıyor: Gazeteci İzzet Kezer'i Devlet Vurdu !

Sami Solmaz’ın “Savaşın Tanıkları. Gazeteciler Anlatıyor” isimli belgeseli, bölgede 1990’lı yıllarda uyguladığı vahşetin üzerinin nasıl örtüldüğünü, medyada nasıl bir sansür ve otosansürün egemen kılındığını olaylara tanık olan gazetecilerin anlatımlarıyla gözler önüne seriyor. Solmaz’ın konuştuğu isimler şöyle: Mehmet Ali Birand, Ece Temelkuran, Mete Çubukçu, Müjgan Halis, Celal Başlangıç, Ragıp Duran, Mehmet Güç, Şanar Yurdatapan, Merdan Yanardağ, Faruk Balıkçı, Ramazan Yavuz, Ahmet Sümbül, Ramazan İmral, Adil Harmancı, Ferhat Aslan, Ahmet Akkaya, Ferda Çetin, Nevzat Bingöl, Baki Gül, Sertaç Kayar, İsmet Mikailoğulları, Günay Aslan.

 MGK GÜDÜMLÜ MEDYA
 Yaşadıklarını, gördüklerini anlattıkları haberlerin, çektikleri fotoğrafların, attıkları manşetlerin MGK güdümündeki medya yöneticileri tarafından nasıl saptırıldığını, dezenformasyon malzemesi haline getirildiğini anlatan gazeteciler, bugün Türkiye’nin batısında yaşayan insanların hiç bilmedikleri bu gerçeklerin bir bölümünün gün ışığına çıkması karşısında şaşırdıklarını vurgularken, “Bunun hiç kimsenin altından kalkamayacağı bir günah” olduğunu söylüyorlar. Ancak bir de madalyonun diğer yüzünde yer alan gazeteciler var. En başta Özgür Gündem çalışanları olmak üzere, hayatları pahasına gerçekleri ortaya çıkartmak ve halkı bilgilendirmek için uğraşıp didinen gazeteciler.

 BİRAND: TÜRK MEDYASI KÜRTLERE FRANSIZ
 Gazeteci Mehmet Ali Birand 1990’lı yıllarda ilk kez PKK Lideri Abdullah Öcalan’la yapmış olduğu söyleşinin yarattığı etkiden söz ederken, “ İster Türk gazeteci olsun, ister Kamboçyalı gazeteci olsun, her hangi bir gazeteci için son derece önemliydi. Şimdi de önemli. Ben de onu yaptım.Gazeteci olarak gittim ve görüşmeyi yaptım ancak başıma gelmeyen kalmadı. Çünkü öyle bir devlet anlayışı vardı ki, bu söyleşiyi yapmakla sanki Öcalan’ı ben yaratmışım gibi, Türkiye’ye ben hediye etmişim gibi, bir muameleyle karşı karşıya kaldım. Sırf  Abdullah Öcalan’ın Galatasaray takımını tuttuğunu ve güvercin beslediğini yazdığım için, “ terör örgütünü övmekten” hakkımda 15 yıl cezaya varan mahkeme açılmıştı,  Bugün medyaya bakıldığında yıllarca devletin yanında yer aldığının açıkça görüldüğünü belirten Birand, “Şimdi bile öyle yapılıyor. Çok rahatlıkla şu söylenebilir Türk medyası genelde Kürt sorununa çok Fransız kaldı, çok Türk kaldı. Kaldı ki o Türk kalması nedeniyle doğru dürüst yansıtamadılar” dedi.

GÜÇ: ZORLA ‘BEBEK KATİLİ’ DEDİRTTİLER
 Mehmet Güç ise Öcalan yakalandığında kendisine yayından yapılan uyarıları şöyle anlatıyor: “ 1999 yılında Abdullah Öcalan yakalandıktan sonra, İmralı’ya götürüldüğü dönemde Mudanya’dan yayın yapan ve gelişmeleri kamuoyuna aktaran onlarca gazeteciden biri de bendim. Mudanya iskelesinden yapılan o ilk günkü yayınlar sırasında yayın kulaklığından ısrarla Öcalan ile ilgili bazı sıfatlar kullanmam uyarısı yapılıyordu. Öcalan’ı “bebek katili”, “ terörist “ olarak sunmam ile ilgili sürekli yoğun bir uyarı yapılıyordu”.

BALIKÇI: ARKADAŞIMIZI DEVLET VURDU
 Dönemin Diyarbakır  Hürriyet ve Doğan Haber Ajansı Muhabiri Faruk Balıkçı anlatıyor: “1990’lı yıllarda Cizre Newroz’un merkez yeriydi. Avrupa’dan ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gazeteciler Newroz’u izlemeye gelmişti. Yıl 1992’ydi. Yine tek otel olan Kadıoğlu otelinde kalıyorduk.  Newroz günü çok büyük olaylar yaşandı. Ertesi gün 22’sinde sanki filli bir sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti, biz o sırada oteldeydik. Birden bir çocuğun bağırış sesi geldi. Çok canı yanmıştı ve bağırıyordu. O feryat dikkatimizi çekti ve o sese doğru gitmeye karar verdik. Bir çok gazeteci gelmedi biz 10 kişi sesin geldiği yöne doğru ilerledik. Sokağa girer girmez tugayın bulunduğu yönden üzerimize ateş açılmaya başladı. Biz kendimizi yere attık ve en yakında bulunan eve sığındık. Ne yapalım ne edelim düşünürken, bazı arkadaşlar beyaz bayrak yapıp dışarıya çıkabileceğimizi söylediler. Ben beyaz bayrak dinlemeyeceklerini, en iyisi karanlık çöktükten sonra çıkmamızı önerdim ancak beyaz bayrakla çıkma fikri galip geldi. Üç çubuk bularak beyaz bez bağladığımız çubuklarla dışarıya çıktık. Bir bayrağı ben, bir tanesini Sabah Gazetesi Muhabiri İzzet Kezer, bir tanesini de Alman bir muhabir taşıyordu. Biz 10 kişi bize ilk ateş açıldığı noktaya geldiğimizde bu kez üzerimize yine aynı askeri tugaydan bu kez daha da seri bir biçimde ateş açılmaya başladı. Korkunç bir ateşti. O bağırışlar, çağrışmalar birden kendimizi en yakın bulunan kapı altlarına attık. Geriye bir an dönüp baktığımızda İzzet Kezer isimli muhabir arkadaşımız kanlar içersinde yerde yatıyordu. Mermi kafasına isabet etmişti yerde beyni dağılmıştı”.


BirGün   /   Zeynep Kuray

Sakık'tan Erdoğan'a mektup

BDP'li Sakık, Erdoğan'a itafen bir mektup yazıp, mektubu da yayımlaması için Hasan Cemal'e gönderdi. Mektubun ana gündem maddesi ise kuşkusuz 'KCK operasyonları'ydı.

"Demokratik siyaset zemininde siyaset yapan insanları tek tek toplayıp içeri atarsanız peki kiminle konuşacaksınız?" eleştirisinde bulunan Sakık bir de ithamda bulundu:

"28 Şubat'ta size yapılanları bugün siz Kürtler'e yapıyorsunuz."

İşte Sakık'ın o mektubundan o satırlar...


KÜRTSE AT İÇERİ!

Sorun aynıysa, söylem de aynı olacak ne yapalım! Hani bir reklam vardı, 'Tamek'se at sepete' deniliyordu. Bunun gibi 'Kürtse at KCK dosyasına' uygulaması geçerli...

Biz fakir bir partiyiz.

BDP milletvekilleri ve belediye başkanları maaşlarının yüzde 10'unu partiye veriyor. Çünkü devlet yardımı da almıyoruz. Her eve kumbaralar koyduk. Çocuklar bir lira, iki lira atıyor. Bütün bunları KCK'ya yardım diye değerlendiriyorlar.

Tutuklananlar 3 yıldır cezaevindeler ve anadilde savunma yapamıyorlar. Mahkemeler anadilde savunmaya izin vermediği için halen ifadeler alınabilmiş, yargılamaya başlanabilmiş değil.

Bu kadar insan tutuklandı.

Peki, sorun çözülecek mi?

Kürt sorunu çözülmediği için bugün bu tablo yaşanıyor. Binlerce insan Kürt sorunu çözülmediği için 'terörist' olarak cezaevine atılıyor. Eğer bu sorun çözülmez ise bu tablo böyle sürüp gidecektir.

HAPİSTEKİLER...

Bakınız!

Türkiye'nin geldiği noktayı göstermesi açısından şu rakamlara bir bakmak gerekir.

Dünya genelinde toplam 35 bin 117 kişi terör suçundan tutuklu. Bunların 13 bini Türkiye'de tutuklu.

Dünyada toplam 645 gazeteci cezaevinde. Bunlardan 70'i bizim ülkemizde tutuklu.

İki olayda da dünyada birinci sıradayız. Yani muhalif herkesi 'terör' kapsamına alan ve uzun tutukluluk süreciyle yıllarca cezaevinde çürümeye tabi tutan bir otoriter uygulamayla Türkiye karşı karşıya.


ORTADOĞU'YA MODEL...

Bu kadar tutuklu Mısır'da, Şam'da, Tunus'ta değil, Ortadoğu'ya model olarak gösterilen Türkiye'de bulunuyor.

Türkiye bu haliyle demokrasiye, barışa, diyalog ve uzlaşıya öncülük edebilir mi?

Sayın Başbakan, Ortadoğu'daki diktatör rejimlerin sahiplerine "Halkın sesine kulak ver" diyor. Ama kendisi, kendi yurttaşlarının sesini kesiyor, dinlemiyor, konuşturmuyor, itiraz edeni içeri attırıyor.

Bu tablo Türkiye açısından kabul edilebilir, sessiz bir onayla karşılanabilir bir süreç değildir.

Sormak istiyoruz:

Demokratik siyaset zemininde siyaset yapan insanları tek tek toplayıp içeri atarsanız peki kiminle konuşacaksınız?

Kimin elini tutacaksınız?


28 ŞUBAT

Sayın Başbakan, "Terörle mücadele, siyasetle müzakere" dedi. Peki, bu durumda kiminle müzakere edeceksiniz?

BDP her gün operasyona uğruyor, yönetici ve üyeleri tutuklanıyor. BDP siyasal alanda yok sayılıyor.

Medya bize kapatılmış durumda. BDP'nin sesinin çıkmaması için her yol deneniyor.

Peki, nasıl müzakere edeceksiniz?

AKP'nin içinden geldiği siyasi gelenek de bir dönem benzer baskılarla karşı karşıya kaldı.

Medyaya kapatıldılar.

Sesleri kesildi.

Andıçlandılar.

Komplolara maruz kaldılar.

28 Şubat'ı yaşadılar.

Şimdi iktidar ellerine geçince, güç kendilerinde toplanınca kendi yaşadıklarını fazlasıyla bizlere, Kürtlere, bu ülkenin muhalif seslerine yaşatıyorlar.

Peki bu vicdanlara sığar mı?

Bu kabul edilebilir mi?

DEVLET GÖRÜŞÜR

Nitekim Sayın Başbakan da "Devlet gerektiğinde görüşür" diyerek, İmralı ile temasların varlığına işaret etmiştir. Şimdi dengeler değişti diye avukat görüşmeleri suç mu oldu?

Şike sanıkları için 8 ay içerisinde Meclisten iki yasa geçti ama özgürlükleri genişletme defteri henüz açılmadı.

Terörle Mücadele'den yargılananlar için kimsenin kılı kıpırdamadı. Pankart açtı diye bir kadına 5 yıl ceza veriliyor. Kimsenin bu hukuk, demokrasi ve özgürlük katliamı karşısında sesi çıkmıyor.

BARIŞ TRENİ KAÇMADI AMA...

Unutulmamalıdır ki:

Kürtlerin demokrasi ve barış arayışına vurulmak istenen darbe aynı zamanda Türkiye demokrasisine de zarar vermektedir. Bu uygulamalar Türkiye'nin doğusuyla batısı arasındaki makası giderek açmaktadır.

Bu yüzden herkesin bir kez daha oturup düşünmesi, hepimizin geleceğe olan kalıcı adil bir barışın bu ülkede tesis edilebilmesi için ortak akıl yürütmesi siyasi ve tarihi bir sorumluluktur.

Türkiye henüz barış trenini kaçırmış değildir. Bunca yaşananlara rağmen halen bu treni yakalayabiliriz.


Rojeva Kurdistan

29 Kasım 2011 Salı

Dura girtinên KCK’ê digihê Parlamenteran !

Hevserokê BDP’ê Selahedîn Demîrtaş di kongreya partiya xwe ya li Colemêrgê ya berî çend rojan diyar kir ku xebat tên meşandin ku 5 parlamenterên me bên girtin. Parlamentera BDP’ê ya Stembolê jî dibêje, em naçin dadgehê.

Parlameneterên tên îdakirin ku wê bên girtin evin; Altan Tan, Şerafedîn Elçî, Leyla Zana, Ahmed Turk û Sebahet Tuncel in.

Li gor rojnameya Milliyetê, derbarê parlamenterê Amedê yê Serbixwe Şerafedîn Elçî de biryara bi zorê birina dadgehê heye. Elçi diyar kiriye ku biryara dadgehê ya derbarê wî de bê bingehe û dibêje: “Ji ber ku ez jî rastî vê bêdadiyê hatime, naçim dadgehê. Ev bi temamî li gor keyfa dadwere. Lê ezê li ber xwe bidim. Ger bi zorê min bibin, karê ew dizanin e.”

Parlamenterê BDP’ê yê Amedê Altan Tan jî diyar dike li gor maddeya 14 a destûrê ya endamtiya rêxistina terorê digre nava xwe û dibêje: “Girêdanek min a wisan nîne. Ez naçim dadgehê û ezê li ber xwe bidim.”

Parlamentera BDP’ê ya Stembolê Sabatah Tuncel derbarê îdiayên girtina 5 parlamenteran de ji Rûdawê re got: “Ji aliyê dewletê ve li hemberî BDP’ê operasyonek siyasî berdewam dike. Di vê çarçoveyê de şaredar, rêveber û rêveberê saziyên me yên ciwanan hatin girtin. Hê jî hinek parlamenterên me di girtîgehê de ne. Ev yek gihaye wê xalê û tê wateya ku tevgera siyasî ya Kurdan bêxin di girtîgehê de.”

Tuncel diyar kir ku li Tirkiyê helwesta me ya li hemberî demokrasî, azadî û mafê mirovan diyare, ji niha û pêde jî wê ev tekoşîna me berdewam bike. Tuncel bilêv kir ku ji ber dîtinên ku em diparêzin, me heta niha bedel daye, ji niha û pêde jî em paşde gavan navêjin.

Parlamentera BDP’ê ya Stembolê li ser pirsa ger ji bo dadgehê bangî we bê kirin, hûnê biçin? de got: “Na en naçin. Ev yek di dewreyên borî de jî hebû û bê hiqûqiye. Ji ber mafê destnedanê yê parlamenteran heye, dadgehkirin tê rawestandin. Lê li Tirkiyê ji bo Kurdan siyasetek cûda dimeşînin. Em ji ber fikrên xwe li gor maddeya 14 a endamtiya rêxistinê tên dadgehkirin û dadgehkirina me berdewam dike. Ji bo vê yekê jî bangî me dikin.”

Sebahat Tuncel di dawiya daxuyaniya xwe de diyar kir ku wê li her derê van fikrên xwe biparêzin. Tuncel sedema neçûna dadgehê jî eşkere kir û got: “Îtiraza me li hemberî vê bê edaletî û bêhiqûqiyê heye û ji ber vê yekê em naçin dadgehê.”


Rûdaw

28 Kasım 2011 Pazartesi

En büyük beyaz Türk Erdoğan'dır

Hüsamettin Cindoruk, “Seçimleri AKP kazandı ama ideolojisi kaybetti” diyerek, “En büyük ‘beyaz Türk’ bugün Tayyip Erdoğan’dır çünkü Cumhuriyet onu yoğurdu” diye belirtti. Cindoruk, Erdoğan’ın Dersim özrünü de eleştirerek, “Hükümetler gelip geçicidir, hukuken mühim olan Meclis’in kolektif özrü” dedi.

Uzun yıllar eski Başbakan Celal Bayar’ın avukatlığını yapmış biri isim olan Hüsamettin Cindoruk, Radikal gazetesinden Ezgi Başaran’a konuştu.

ATATÜRK VURUN DEDİ

Cindoruk, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Dersim özrünü değerlendirirken, şöyle dedi: “Ben Bayar’ın son 25 yılında avukatlığı yaptığımdan bu konuda da konuşmuştuk. Rahmetli Bayar’ın Dersim’le ilgili bana söylediği şudur: “Cumhuriyet Milli Misak sınırları içerisinde tamamen egemen olmuştu. Hakkâri dahil, Trakya dahil bütün ülkede Cumhuriyet egemendi, bir tek Tunceli dışında. Tunceli’deki mütegallibe Tunceli’yi Cumhuriyet’in dışında tutuyordu. Polis, jandarma oraya giremiyor, vergi alamıyordu. Coğrafyası böyle bir direnmeye çok müsaitti. Bunu aşmak için çok uyarı yaptık, kanunlar çıkardık ama olmadı. Atatürk sonunda bize vurun dedi, vurduk. Tenkir ve tedip ederek Cumhuriyet topraklarına Tunceli’yi kattık.” Aynen böyle anlatmıştı.”

DERSİM’E YAPILANLAR CUMHURİYET’İN ZORBALIĞIDIR

“Atatürk’ün bilgisi yoktu, o sırada hastaydı diyenler doğru söylemiyor” diyen Cindoruk, “Dersim’e yapılanlar baştan aşağı haksızlıktır. Ve Seyit Rıza’nın dediği gibi zulümdür. Cumhuriyet’in zorbalığıdır. Evet, belki CHP egemen partiydi ama o sırada sadece İnönü ve Bayar mı var? Menderes, Köprülü milletvekili. Demokrat Partili bir sürü vekil var. Eğer orada bir siyasi mesuliyet varsa, herkesindir. Sadece CHP’nin değil, Demokrat Parti’nin de” şeklinde konuştu.

ERDOĞAN ACI BİR DRAMI KULLANIYOR

Erdoğan’ın Dersim özrünün bir şey getirmeyeceğini, acı bir dramı kullandığını söyleyen Cindoruk, şunları söyledi: “Başbakan’ın, iktidar olduğu süre boyunca Dersim konusunu ancak bir Dersimli Zaza Kürdü olan Kılıçdaroğlu CHP’ye genel başkan seçildikten sonra açması siyasi hesaplara dayanıyor. Acı bir dramı kullanıyor. Lafla özür dilemek de bir şey getirmez tabii. Cumhuriyet tarihinde sorgulanması gereken bir hadisedir Dersim. Metot şu: Meclis’te bir araştırma komisyonu kurulur. Bu komisyon Cumhuriyet’i azarlamadan yaptığı yanlışları ortaya çıkarıp, telafisi için teklifler yapar. Genelkurmay arşivleri açılır. Kimin ne zararı varsa karşılanır. Kimin mezarı kayıpsa o mezar bulunur. Meclis kararıyla bir devlet özür diler. Hükümetler gelip geçicidir, hukuken mühim olan Meclis’in kolektif özrü. Anayasa böyle bir özrü mümkün kılıyor. Yalnız tabii bu Dersim özrünün devamı olacak.”

Cindoruk şöyle devam etti: “Dersim için özür dileyince Ermeni diyasporası sormayacak mı? Onun da özrünü dilediği vakit, ABD’deki sigorta şirketleri altından kalkılamayacak meblağlar talep edecek. Daha da acısı olacak. Terörle mücadelede yaptığınız işlerden dolayı da hesap verilmesi gerekecek. O zaman Abdullah Öcalan’dan da mı özür dileyecek? Dileyecek o zaman. Devlet idare etmek kolay iş değildir, tüm bunları hesaba katacaksın.”

EN BÜYÜK BEYAZ TÜRK

Cindoruk, Erdoğan’ı da en büyük beyaz Türk olarak tanımladı: “Seçimleri AKP kazandı ama ideolojisi kaybetti. Yola çıkarken ne diyorlardı, şimdi ne diyorlar. 1991-95 arasında Abdullah Gül’ün ve Salih Kapusuz’un Meclis’te yaptığı konuşmalara bakarsanız, ne demek istediğimi görürsünüz. O iddiayla aldıkları oy yüzde 10-11’di. Başlangıç noktalarından başka bir yerdeler şu anda. En büyük ‘beyaz Türk’ bugün Tayyip Erdoğan’dır çünkü Cumhuriyet onu yoğurdu.”


ANF NEWS AGENCY

Türkiye Suriye'ye 'gönüllü' savaşçı taşıyor

İsrail'in istihbarat çevrelerine yakınlığıyla bilinen Debka sitesi, Arap Birliği'nin Pazar günü Suriye'ye yaptırımları açıklamasından önce Suriye'nin 7 komşusunun olası bir misillemeye karşı sınırlarında önlem aldıklarını öne sürerek, "Ankara, üç zırhlı tugayı, hava kuvvetleri ve donanmasını hazır duruma getirdi" diye yazdı. 


Debka ayrıca, Türkiye’nin, “Özgür Suriye Ordusu’nun yanında savaşmaları için Libya’dan gönüllü taşıdığı” iddiasında da bulundu. Debka, Arap Birliği’nin Pazar günü Kahire’de yaptığı toplantıda Suriye’ye yaptırım paketini açıklamasından 24 saat önce “Suriye’nin yedi komşusunun ordularının, misilleme eylemlerine karşı sınırlarında acele pozisyon aldığı”nı öne sürdükten sonra şöyle devam etti: 

“Debkafile’nin askeri kaynakları, İsrailli zırhlı tugayların, Lübnan ve Suriye sınırlarına doğru ilerlediğini bildiriyorlar. Ankara ise, üç zırhlı tugayı, hava kuvvetleri ve donanmasını hazır duruma getirdi. Hizbullah ile Lübnan ve Ürdün silahlı kuvvetleri keza. ABD ve Rusya ise, Suriye sahillerinin önünde deniz kuvvetlerini konuşlandırıyorlar.” 

Körfez’deki askeri kaynakların da, İran Devrim Muhafızlarından 150 uzmanın Lübnan’a geçmek üzere Şam’ın güneyindeki askeri bir havaalanına indiklerini bildirdiklerini kaydeden Debka, Hizbullah’ın da sakladığı roketleri ortaya çıkarttığını belirtikten sonra şu iddialarda bulundu: 

“Arap Birliği’ndeki oylamadan önce Katar ve Türkiye’nin, isyancı Özgür Suriye Ordusu’nun yanında savaşmaları için havayoluyla Libya’dan gönüllü taşıdığı, bunların bazılarının silahlı oldukları belirtiliyor.”


ANKA

Enstîtuya Parastina Mafê Zarokên Mezopotamyayê ava bû

Du sal in ku ji bo avakirina Enstîtuya Parastina Mafê Zarokan li Mezopotamyayê xebat dihate kirin. Piştî qonaxa fermî, enstîtu bi şêweyekî fermî ava bû û dest bi xebatê kir. Beyana serokê komîteya Karger yê enstîtuyê, Gabar ÇIYAN li ser pirsê wisa ye:

 ”Ji sala 1976 an ve bi rojnamevaniya polîtîk mijûl dibim. Deh salên dawiyê bêhtir li ser pirsên mafê mirovan kur dibim.

 Ez bûm şahidê qonaxên dîrokî, mîna destdanîna ser rejîmê ji aliyê artêşê, pirgirtin, îşkencekirin û bidarvekirina kesan, çareseriya pirsgirêkan bi rêya şerê çekdarî û gelek bûyerên din ku piralî bandora xwe li me û civakê kirine.

 ”Polîtîka” ji bo hikumetan nebû kilîta çareseriyê. Wan, polîtîka ji bo berjewendiyên aborî û pêşxistina neteweperestiyê bikar anîn.

 Xebatên erênî yên beşek ji muxalefetê ji bo aştî û azadiyê, cihê serbilindî û kêfxweşiyê bû. Helwestên wan yên şaş jî dibûn cihê niqaşê. Nakokiyên navxweyî û bikaranîna hişkayiyê li dijî endamên xwe ûhwd dibû cihê xemgînî û niqaşên nû.

 Di vê qonaxê de zarokên herêmê bi şêweyekî sîstematîk, bi giranî ji ber xeletiyên dewletê û carna jî ji ber şaşîtiya muxalefetê, pir êşiyan. Hate jibîrkirin ku, divê zarok nebin beşek ji makîneya propogandayê û navgînên şer. Lewma bûne hedef; Hatin girtin, bi cezeyên giran hatin zîndanîkirin û qûrban dan.

 Îro jî heman pirsgirêk didome. Ji ber rewşa şer, mafên zarokan yê bingehîn cîdî nayê girtin. Rêz û hurmet ji Peymana Neteweyên Yekbûyî ya Parastina Mafê Zarokan nayê girtin.


 Projeyek nû: Enstîtuya Mezopotamyayê

 Du sal in, bi piştgiriya endamên komîteya navenda CHAK ê, li welat û derveyî welêt, li ser projeyekî kur dibûm. Bi gelek kes û dezgehan, mina parêzvanên mafê mirovan, siyasetvan, hiquqnas, pedagok û dezgehên civakî re rûniştim û me mijar niqaş kir. Em gihiştin dîtinekî: Avakirina rêkxistinekî serbixwe ku tenê jibo parastina mafê zarokan bixebite.

 Emstîtuya Mezopotamya li ser vê armancê û bi şêweyekî fermî li Swêdê dest bi xebata xwe kir. Niha, amadekarî jibo avakirina heman dezgehî li welêt jî didome.

 Em endamê dezgeha mafê mirovan Kurdocide Watch-CHAK ê ne. Lê ji ber ku destura me forma xwe li gorî Peymana Neteweyên Yekbûyî ya Parastina Mafê Zarokan girtiye, em ji aliyê destur û şêweyê xebatê serbixwe ne.

 Em ê giraniya xebata xwe bidin lêkolînên li ser rewşa zarokan li heremê û parastina mafê wan. Em ê, ne tenê jibo mafê zarokên Kurda, her wisa jibo zarokên eqaliyetên netewî li herêmê jî bixebitin.

 Mîna dezgehekî serbixwe û demokratîk, pêwîstiya me bi piştgiriya hêzên însanî, siyasî û civakî heye. Em jibo parastina mafê zarokan herdem amade ne ku, bi dezgehên cewaz û projeyên hevbeş kar bikin.

 Em bixêrhatina endamên nû dikin ku bi me re bin, em bi hev re gavên nû bavêjin.


Xendan

Şikayete gitti, polisin ‘eşinden ayrıl bende kal’ tacizine uğradı

Eşiyle tartıştıktan sonra şikayette bulunmak için karakola giden T.Ş., polis memuru Gizlihan Barutçu’nun ‘’eşinden ayrıl, bekâr evim var, bende kal’’ yönündeki tacizine maruz kaldı. Taciz içerikli konuşmalarını cep telefonuna kaydedip şikâyetçi olan T.Ş’nin avukatı Eren Keskin, “cinsel taciz”den açılan davada T.Ş’ye destek olmaya çağırdı.

T.Ş., tartıştığı eşiyle birlikte, birbirlerini şikayet etmek üzere 10 Mart 2011’de Cumhuriyet Polis Merkezi’ne gitti. T.Ş’yi odasına çağıran polis Gizlihan Barutçu, “Eşinden ayrıl, bekâr evim var, sana yardımcı olurum, bu gece bende kalabilirsin” diyerek tacizde bulundu. Polisin sözlerine tepki göstererek başka polis memuruna ifade veren T.Ş., daha sonra gelen ailesiyle birlikte karakoldan ayrıldı.

T.Ş’ye, eşinin evindeki kişisel eşyalarını alırken yardımcı olmaları için iki polis görevlendiren Barutçu, T.Ş’yi telefonla arayarak, mesaj göndererek birlikte olma ısrarlarına devam etti. T.Ş. de taciz içerikli konuşmaları cep telefonuna kaydedip, suç duyurusunda bulundu.

Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede, Barutçu’nun cinsel taciz suçundan 2 yıla kadar hapisle cezalandırılması isteniyor. Sanık polis ise karakolda üzerine düşen görevi yaptığını, kendisine iftira atıldığını iddia etti.

Çorlu 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın gelecek oturumu 16 Aralık’ta yapılacak. Mahkemede T.Ş’nin daha sonra barıştığı eşi İbrahim Ş., tanık olarak dinlenecek. Sanığın başka bir sabıkası olup olmadığı da araştırılıyor.

T.Ş’nin avukatı Eren Keskin, T.Ş’ye destek olmaları için feministlere çağrı yaptı. Son oturumda mahkeme yargıcının şikâyetçi tarafa “sanık”, sanığa da “şikâyetçi” gibi davrandığını anlatan Keskin, “Son duruşma gergin geçti. Sanık, avukat olarak beni hedef aldı. Tehdit etti. Mahkemeden, bu duruma izin vermemesini istedim. Yargıç, taleplerimi sunmama da izin vermedi. Sanık bu olaydan sonra açığa alınmasının kızgınlığı içinde... Bu davanın kamuoyunca sahiplenilmesini istiyoruz. Çorlu, küçük bir yer. Kadın hareketinin de orada desteğe ihtiyacı var. İnsanların, kendilerini yalnız hissetmeden yargıya güvenlerinin olması da gerekiyor” dedi.



ANF NEWS AGENCY

Alman vekiller: Gülen yeni derin devletin öncülüğünü yapıyor

6 Federal Meclis üyesinin de bulunduğu bir grup Alman siyasetçi, Fetullah Gülen'in Kürtleri hedef alan sözlerine dikkat çekerek Alman hükümetinin Gülen Cemaati ile ilişkisini kesmesini istedi. Vekiller Gülen cemaatinin Türkiye'de yeni derin devletin öncülüğünü yaptığına dikkat çektiler.

"Fetullah Gülen AKP'yi Kürtlere soykırım uygulamaya çağırıyor" başlığıyla yayınlanan basın açıklamasında Gülen'in geçtiğimiz ay yayımlanan video mesajında Kürtlere yönelik değerlendirmelerinin endişe verici olduğunu belirttiler.

Alman politikacılar Gülen'in sözlerini "Gülen Allah'ın ismini kullanarak Kürtlere yeni bir katliam çağrısı yapıyor" şeklinde yorumladılar.

Gülen'in AKP'nin tepesindeki isim ve merkezi Berlin'de bulunan Kültürlerarası Diyalog Formu'nun onursal başkanı olduğuna dikkat çekilen açıklamada Alman hükümetine şu çağrı yapıldı:

"Gülen'in sözleriyle AKP'nin Kürt politikası daha iyi anlaşıldı. Aynı zamanda Gülen, AKP'nin Kürtlere karşı uyguladığı şiddeti de sözleriyle onaylıyor. Hareketi ise başta Zaman gazetesi olmak üzere Türkiye'nin büyük medya kuruluşları ve televizyonlarını elinde bulunduruyor.

200 özel okulu, bine yakın ise 'ışık evi' var. Almanya'da da Gülen hareketi yoğun şekilde örgütleniyor. Camiler, enstitülerin yanı sıra 'Deutsch-Türkische Nachrichten' (Almanca-Türkçe haberler) adlı haber portalı Gülen hareketine ait. Gülen, uluslararası uzmanlara göre 90'lı yılları aratmayan tehlikeli yeni bir derin devletin öncülüğünü yapıyor.

2009 yılından itibaren aralarında 6 parlamenter, 16 belediye başkanının bulunduğu 4 binden fazla politikacı ve insan hakları cezaevinde. Daha önceki gün 70 avukat daha gözaltına alındı. Tüm bu uygulamaların yanı sıra Türk ordusu kimyasal silahlar kullanarak savuş suçu işliyor. Kürt sorununun barışçıl yollarla çözüleceğine olan inancımızı tekrar dile getirirken, hükümetten Gülen hareketi ile arasına mesafe koymasını istiyoruz."

KİMLER ÇAĞRI YAPTI

Alman hükümetine Gülen cemaatiyle ilişkisini kesmesi çağrısı yapan Alman Parlamenter ve siyasetçilerin isimleri şöyle: Federal Meclis'in Sol Partili üyeleri; Heidrun Dittrich, Andrej Hunko, Ulla Jelpke, Ingrid Remmers, Harald Weinberg, Jürgen Klute, Kuzey Ren Vestifalya Eyaleti Meclisi üyeleri; Hamide Akbayir, Ali Atalan, Bärbel Beuermann, Hessen Eyaleti Meclis üyesi Barbara Cárdenas, Nürnberg Belediye Meclis Üyesi Marion Padua, Sol Parti'nin Aşağı Saksonya Eyaleti Yönetimi Üyesi Yilmaz Kaba, tarihçi Michael Knapp, sosyolog Martin Dolzer, IPNW Üyesi Dr. Gisela Penteker.


ANF NEWS AGENCY

27 Kasım 2011 Pazar

Türkiye tarihinin en büyük avukat tutuklamasına tepki

İstanbul, İzmir, Ankara, Diyarbakır, Mersin, Batman, Şırnak ve Hakkari Barosu'ndan avukatlar, meslektaşlarının tutuklanmasına tepki gösterdi, "Neden şimdi tutuklandılar" diye sordu.

Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'nde 33 avukat ile 1 gazetecinin tutuklanmasıyla sona eren yargılamanın ardından İstanbul, İzmir, Ankara, Diyarbakır, Mersin, Batman, Şırnak ve Hakkari Barosu'ndan avukatlar açıklama yaptı.

TÜRKİYET TARİHİNDE İLK KEZ BU KADAR AVUKAT TUTUKLANDI

Açıklamada ilk olarak söz alan İzmir Barosu Başkanı Sema Pektaş, "Salı gününden beri devam eden süreçte biz avukatlar çok yara aldık. Avukatlık mesleğine yapılmış bir saldırı ile karşı karşıya kaldık" dedi.

"Türkiye tarihinde ilk defa bu kadar büyük bir avukat gözaltlısı ve arkasından da tutuklaması yaşandı" diyen Pektaş, tepkisini şu sözlerle dile getirdi: "Sadece mesleklerini yaptıkları için tutuklandılar. Savcılık ve mahkeme sorgularına girdik. Sorgularda onlara sorulan sorular sadece meslekleri ile ilgili sorulardı. Başkaca hiçbir soru yoktu. Bu büyük bir aymazlık ve hoyratlık. Türkiye hala bir demokratik hukuk devleti olma özelliğini gösteremedi. Biz meslektaşlarımızın yanındayız, savunmayı savunuyoruz. Avukatlık mesleğini sonunu kadar savunacağız, çünkü hukuk devletinde avukata ihtiyaç vardır. Bu yapılanları kabul etmiyoruz."

'NEDEN ŞİMDİ TUTUKLANDILAR?'

"Bu tutuklama kararı neden şimdi verildi?" diye soran Pektaş, "Başka bir hesaplaşma, başka bir neden mi var? Bunları bilemiyoruz. Zaman bunu gösterecek. Ama mesleğimize yapılan bu saldırıyı kabul etmiyoruz. Savunmadan gelen gücümüzü kullanarak itiraz edeceğimizi bildiriyoruz" diye konuştu.

Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar ise, tutuklama kararına şaşırmadığını belirterek, "Tüm dosyaları inceledik, hiç bir delilleri yok. Hiçbir delil yokken, avukatları gözaltına aldıklarına göre, sonucun böyle olacağını tahmin ediyorduk. Bugün bir adaletsizlik ile karşı karşıyayız. Dün, 'keşke bizi şaşırtsanız, keşke vicdanınızın sesini dinleseniz' dedik burada. Ama olmadı. Çok açık bir biçimde, yargı, işaret edilene uyan bir işlev görüyor. Yargı dünyanın her yerinde adaleti gerçekleştirmenin aracıdır ama bu ülkede ne yazık ki başından beri yargı devleti kollamanın aracıdır" dedi.

Aktar, avukatların yıllardır müvekkilleri Abdullah Öcalan'la görüştüğünü anımsatarak, şöyle konuştu: "Devletin sadece suçluyu kovuşturmak gibi bir görevi mi var, suç işlemek gibi bir sorumluluğu da mı var? Eğer gerçekten basında yer aldığı şekilde bir suç işlenmesine teşvikin aracısı olmuşlarsa, tümü devlet tarafından tespit edilen, dosyada Adalet Bakanlığı tarafından yasaya aykırı bir biçimde görüşmelerin dökümü yapılmışken, devlet neden o zaman engellemedi? Neden bugün başka bir hesaplaşmanın aracı olarak meslektaşlarımız mağdur ediliyor?"

Hiçbir şekilde hukuksuzluğa boyun eğmeyeceklerini belirten Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar, "Hepimizi alsalar da biz bu ülkede yurttaşlar adına haklarını savunmaya devam edeceğiz. Asla ve asla pes etmeyeceğiz. Şuna inanıyorum ki, bir gün yargı Kürtlerin de bu ülkenin yurttaşları olduğunu hatırlar" diye konuştu.

DEVLET İMRALI'DA İSTEDİĞİNİ ALAMADI

Van bağımsız milletvekili Aysel Tuğluk, hukuki bir süreç işletilmediğini belirterek, "Siyasi bir operasyon olarak nitelendiriyoruz. Bu ülkede adalet hiçbir zaman var olmadı. Çözümsüzlüğün kaynağı olan yasalar problem yaratıyor. Bu yasalarla yapılan yargılamanın hiçbir meşruiyeti yoktur" dedi.

Tutuklanan avukatların 11 yıldır İmralı'ya giderek müvekkilleri Abdullah Öcalan'la görüştüğünü anımsatan Tuğluk, "İmralı'da ne olup bittiğini devlet çok iyi biliyor. Eğer bir süreç işletilmişse, protokoller hazırlanmışsa, mektuplar gidip gelmişse, orada ne olup bitmişse, devletin gözetimi ve bilgisi dahilindedir. Bunlara yakın tanığız. İleriki süreçlerde ne olup bittiğini daha net ifade edebiliriz. Ama bu işin içinde devlet var. Bu sürecin içinde hiçbir şey devletin bilgisi dışında yapılmamıştır. Ne oldu da bu süreç birden bire kapatıldı. Çünkü İmralı'da istedikleri süreci geliştiremediler. Dolayısıyla bu avukat arkadaşlarımız bir hesaplaşmanın sonucu olarak tutuklandı" şeklinde konuştu.

Milletvekili Aysel Tuğluk, hükümetin çok tehlikeli bir politika izlediğini belirterek, "Kürtlerin meşru zeminleri yok ediliyor, hedef alınıyor. Bu çok tehlikeli bir politikadır. Ülkeyi kaosa sürükleyecek bu tür siyaset tarzından vazgeçmek gerekiyor. Yarın hepimiz için çok geç olabilir. Keşke olmasaydı dememek için, şimdi siyasi iktidarı, sayın Başbakan'ı sorumlu davranmaya davet ediyorum" diye konuştu.

İSTANBUL BAROSUNA TEPKİ

Avukat Ercan Kanar da, avukatların gözaltına alınmasının hukukla zerre kadar ilgili olmadığını belirterek, "Savunma mesleğine, avukatlara ve bütün barolara yönelik bu kadar geniş kapsamlı operasyon, faşist Mussolini ve Hitler rejimlerinde bile belki yaşanmamıştır. Dünyada da örneği yoktur. Cumhuriyet tarihinde de bu kadar saldırgan, zalim, zulüm operasyonuna rastlanmamıştır. Tamamen siyasi iktidarın talimatlarıyla, direktifleriyle yönetilmiştir. Başbakan adeta özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin tek yetkili başsavcısı gibi savcılara, yargıçlara talimat vermiştir" dedi.

Kanar, İstanbul Barosu'nun operasyon karşısındaki tutumunu eleştirdi, "TTB Başkanı'ndan ve diğer baro başkanlarından meslek onuruna uygun bir şekilde tavır koymalarını istedik. Nitekim, Sayın Barolar Birliği, İzmir, Mersin ve Diyarbakır Baroları başkanları, Hakkari ve Batman'dan baro yöneticisi meslektaşlarımız gelerek, mesleğin onurunu ve savunmayı savundular. Bu isteğimizi İstanbul Baro Başkanlığı'na da ilettik. Maalesef şu ana kadar gözaltına alınan ve tutuklananların büyük çoğunluğu İstanbul Barosu'na üye olmasına rağmen, İstanbul Baro Başkanı'nın sesi çıkmamıştır. Avukatlık mesleğine yönelik bu zulme karşı İstanbul Barosu sessiz kalmıştır. İstanbul Barosu'nun bu tavrını esefle kınıyoruz" diye konuştu.


Rojeva Kurdistan

Şandeya Almanî çû Geliyê Tiyarê

Şandeyeke Almanî ku ji parêzer û parlemanteran pêk hatibûn, çûn navçeya Çelê û li Geliyê Tiyarê ku di operasyona leşkerî de, 36 endamên Hêzên Parastina Gel (HPG)'ê bi çekên kîmyewî jiyana xwe ji dest dabûn, dest bi lêkolînan kir.

Şandeya Almanî ji gelek kesayetiyên weke Parlamentera Parlamentoya Ewrûpayê ya berê Feleknas Uca, parlamenterê Alman Jan Van Aken, parêzerên Alman û Fransa Cementine Frances, Rentanin Hilver, Marie Avpert, Aledeuy Ledrein Aveco, Torre Dominulle û wergêr Delal Gemîtlî  pêk hatibû.

Aken, li ser navê şandeyê axivî û diyar kir ku wan, li herêmeke 1.5 kilometreyê lêkolîn kirine û dîtine ku li wê herêmê êrîşek pir mezin pêk hatiye.


 Aken, da diyar kirin ku bombeyên ku hatine bikar anîn li cûreya -MK-82 û MK-84 ne û wiha got: "giranbûna van bombeyan 250 û 950 kîlo ne. Bandora wan gelek mezin e.


PUKmedia

Talabani: PKK çözüme yakın, Türk tarafı değil

Türkiye bir yandan Kürt siyasetçilere yönelik operasyonları aralıksız bir şekilde sürdürürken, öbür yandan PKK’nin tasfiyesi için diplomatik çalışmalarını hızlandırıyor. Bununla birlikte Türkiye’nin Federe Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani ile Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’den PKK’nin ateşkes ilan etmesi için arabulucuk yapmalarını istediği yönündeki iddia doğrulandı. İddiayı doğrulan ise bizzat Talabani oldu.

 Talabani, “silah bırakması için PKK’yi ikna etmeye çalıştığını ve PKK’nin silahı bırakma konusunda 2 şart öne sürdüğünü” ileri sürdü. Talabani, şöyle konuştu: “PKK, silah bırakma konusundaki girişimimden memnun olduğunu ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın silah bırakması konusundaki çağrısını yerine getirme konusunda bir endişelerinin bulunduğunu dile getirdi. Bana aynen şu söylendi, ‘Silahı bırakıp dağdan şehre inmemiz isteniyor. Gideceğimiz yer neresi? Ev mi, yoksa hapis mi? Birinci şartımız genel af ilan edilsin. Hazırlanacak yeni anayasada ‘Türkiye’nin hepsi Türk değildir. Türkiye birçok ırktan oluşur’ ifadesine yer verilsin’. PKK’yi ikna etme konusunda başarılı olduk sayılır. Türk tarafını ikna etme konusunda yarım başarılı olmuş sayılırız. Bu konuda kardeşim Mesut Barzani ve Berham Salih Türk tarafıyla iyi çalışma yürütüyor.”


Özgür Gündem
 

22 Kasım 2011 Salı

Belçika Meclisi'nden KCK önerisi

Avrupa Birliği'ne ev sahipliği yapan Belçika'da en büyük parti konumunda olan milliyetçi Yeni Flaman İttifakı'ndan KCK ile ilgili öneri geldi.

Avrupa Birliği (AB)'ye ev sahipliği yapan Belçika'da en büyük parti konumunda olan milliyetçi Yeni Flaman İttifakı'nın iki üyesi,  KCK tutuklularının serbest bırakılmasını isteyen bir önerge sundu.

Senato'nun Dışişleri Komisyonu'nda bugün görüşülmesi beklenen önerge, PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın Kürtlerin 'meşru temsilcisi' olarak muhatap alınması ve "ezilen Kürtlerin azınlık statüsüne sahip olması" talep ediliyor. 14 milyon Kürt vatandaşın "Müslüman olmalarından dolayı" azınlık haklarından mahrum edildiğinin dile getirildiği metinde, PKK'dan siyasi bir parti olarak söz ediliyor.

 Benzer bir önergenin Hollanda meclisine de verildiği, bugün aynı konunun orada da tartışılacağı öğrenildi.

Karl Vanlouwe ve Patrick De Groote adlı vekillerce 14 Ekim 2011 tarihinde Belçika Senatosu'na sunulan önergede, başta 16 belediye başkanı olmak üzere KCK operasyonları kapsamında tutuklanan BDP'lilerin salıverilmesi talep ediliyor.  Ayrıca Güneydoğu'daki çatışmaların  Türk devletiyle Kürt halkı arasında gerçekleştiği dile getiriliyor.

Kürt sorununun çözümü için de Abdullah Öcalan'ın da rol alacağı bir 'Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu" kurulması teklif ediliyor. Belçikalı vekiller, Avrupa Komisyonu'nu da Abdullah Öcalan'ın Kürt halkının 'meşru temsilcisi' olarak tanımaya ve Kürt sorununun çözümünü, Türkiye'nin AB üyelik sürecinde ön şart olarak kabul etmeye çağırıyor. Önerge Dışişleri Komisyonu'nda kabul edilirse, Senato Genel Kurulu'nun gündemine gelecek.


Vatan

İHD: 24 yılda 530 çocuk öldü

İnsan Hakları Derneği, "20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü" nedeniyle yaptığı açıklamada, 1988'den bugüne 530 çocuğun öldüğünü söyledi.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, 24 yıl içinde 530 çocuğun öldüğünü, Terörle Mücadele Kanunu'nda (TMK) yapılan değişiklik sonrası 200 çocuğun tutuklandığını söyledi.

İHD ve birçok sivil toplum kuruluşu, "20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü" ve Mardin Kızıltepe'de 21 Kasım 2011'de polisler tarafından öldürülen Uğur Kaymaz'ın ölüm yıldönümü vesilesiyle bugün (21 Kasım) kitlesel bir açıklama yaptı.

AKP döneminde 152 çocuk öldü

İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, çocukların çocuk olmalarından kaynaklı hakları olduğunu belirterek, "İsmi ne olursa olsun her çocuk barışı hak ediyor" dedi.

* 1988'den günümüze 24 yıl içerisinde 530 çocuğun savaş nedeniyle yaşamını yitirdi. Sadece Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı döneminde 152 çocuk öldü.

* Büyük bölümü güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu öldürülen çocuklardan, kimi mayın veya serbest patlayıcıların kurbanı olurken, kimi bir gösteride kafasına isabet eden kurşun veya gaz bombasıyla yaşamını yitirmiştir.

* Sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde 2010'da 286 çocuk gözaltına alınırken, bunlardan 95'i tutuklandı.

* 2011 yılının ilk 10 ayında 649 çocuk gözaltına alınırken, 187 çocuk tutuklandı. Bu durum şu anlama geliyor; 2010'in Haziran ayında TMK'da yapılan değişiklik sonrası 721 çocuk gözaltına alınırken, 200 çocuk tutuklandı.

Bilici'nin ardından eyleme katılan çocuklar adına konuşan Büşra Bulut, çocukların çocuk olmalarından doğan hakları olduğunu belirterek, çocukların haklarını kullanmak için ille de bir şeyler yapması, görevlerini yerine getirmesi gerekmediğini söyledi.

DİHA

Dersim ve Jenosid Üzerine (Kurdî - Türkçe )


Yıl 1925.    Şark Islahat Planı’ndan:  “Vilayet ve kaza merkezlerinde, hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçeden başka dil kullananlar cezalandırılacaktır. Dersim bir an evvel Kürtlüğe karışmaktan kurtarılmalıdır.”
 Yıl 1930.
Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt der ki:
 “Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır. O da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.”
 Yıl 1925.
 Meclis Başkanı Abdülhalik Renda’nın Doğu Raporu’ndan:
 “Fırat’ın batısındaki vilayetlerin bir kısmında dağınık vaziyette yerleşmiş olan Kürtleri Türk yapmak... On sene müddetle bölgede sıkıyönetim ilan etmek...”
 Yıl 1926.
Mülkiye müfettişi Hamdi Bey Raporu’ndan:
 “Dersim gittikçe Kürtleşiyor. Tehlike büyüyor. Dersim, cumhuriyet için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliyat yaparak acı sonuç ihtimali önlenmelidir.”
 Yıl 1930.
 Başvekil İsmet Paşa, 31 Ağustos 1930 tarihli Milliyet’e der ki:
 “Bu ülkede sadece Türk ulusu ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.”
 Yıl 1931.
Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın raporundan:
 “Dersim cahildir. Zorunlu iskan uygulanmalıdır. Yüksek memurlara koloni (sömürge) yönetimlerindeki yetkiler verilmeli. Türklük telkini yapılmalı. Kürt kökenli yerli memurlar tümüyle bölgeden çıkarılmalı. Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı kuvvetlerin müdahalesi, Dersimliye daha çok tesir yapar ve iyileştirmenin esasını oluşturur. Türk toplumu içinde Kürtlük eritilmelidir.”
 Yıl 1932.
 İçişleri Bakanı Şükrü Kaya raporunda der ki:
 “Kuzey Dersim halkı batıya göç ettirilmelidir. Askeri harekât başlamadan önce tüm silahlar toplanmalıdır. Yerli memurlar, (yani Kürtler) casustur. Dersimlilere kendilerinin aslen Türk olduklarını öğretmek lazımdır. Uçakların talim uçuşları Dersim üzerinde yapılmalıdır.”
 Yıl 1940.
 Bir CHP raporundan:
 “Kürtler Türkleştirilmelidir! Kürt meselesi Türkiye’nin en mühim meselesidir. Asimilasyonun ilk şartı dil öğretmektir.”
 Yıl 1961.
 27 Mayıs Darbesi’nin lideri Orgeneral Cemal Gürsel Diyarbakır’da der ki:
 “Bu memlekette Kürt yoktur. Kürdüm diyenin yüzüne tükürürüm.”
 Yıl 1986.
 Demirel döneminin dışişleri bakanlarından, yıllar yılı valilik, emniyet müdürlüğü yapmış olan İhsan Sabri Çağlayangil, kendisi de Dersimli olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun teybine der ki:
 “Dersim’de mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu, zehirli gaz kullandı, mağaraların kapısının içinden... Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler.”
 Yıl 1986.
 Muhsin Batur Paşa, 12 Mart Muhtırası’nın altında imzası olan hava kuvvetleri komutanı, anılarında, genç bir havacı subay olarak Dersim’deki ‘özel görevi’nden söz ederken şöyle der:
 “Elazığ’ın biraz uzağında, Harput’un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk. Bir müddet sonra ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik. Ve iki ayı aşkın süre özel görev yaptık. Okuyucularımdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum.”
 Yıl 1991.
 Demirel, şubat ayında bir akşam Ankara’da, Anadolu Kulübü’ndeki yemekte bana der ki:
 “Asker 1980 öncesi benden ‘Dersim Kanunu’ istedi. Vermedim. Dersim’de korkunç şeyler olmuştur. Renkli bir mozaiktir Anadolu... Yirmi küsur dil vardır. ‘Ne mutlu Türküm diyene...’ gelince, bakmayın ‘olana’ dememiş falan, biraz ırkçılık kokar.”
 Yıl 2010.
 Başbakan Erdoğan, referandum kampanyası sırasında der ki:
 “Dersim’de 50 bin kişi katledildi 1938’de...”

 * * *
 Bazı CHP milletvekilleri Dersim’le ilgili bu gerçeklere kızıyor. Bu gerçekler CHP’nin kendi tarihinden geliyor.
 Bu tarihi gerçekleri dile getirdiği ve CHP olarak bunlarla yüzleşilmesi gerektiğini savunduğu için CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’ü neredeyse ipe çekecekler.
 Yazık.
 Dersim gerçeklerine yüzünü kapatacaksın, Suriye’de halka zulmeden Beşar Esad rejiminin yanında gözükeceksin, Ergenekon’un avukatlığına devam edeceksin, sonra da sosyal demokrasiden, değişimden söz edeceksin.
 Kim inanır?..

_______________________________________________________________________________________________


Sal 1925. Di projeya reforman li şerqê de:

`` Li bajara û qezeyan di ofisên hukumet û şeredariyan de û dezgehên din yên hukumî de, dibistana, li bazara  li her derî tê îlankirin ku; Yên ji bilî Tirkî zimanek din kiset bikin dê bêne cezakirin. Divê rojek zûtir  pê ku Dersim tevlî kurditiyê bibe bête azadkirin``

Sal 1930. Wezîrê Dadê Mahmut Esat Bozkurt dibêje:

`` Baweriya min û fikra min ewe ku,ev welat bi xwe Tirk e. Heçî ne Tirkên esîl bin mafêk yê wan heye. Ew jî bibin xulam û bibin kole.``

Sal 1925. Serokê parlementoyê Abdulhalik Renda di rapora xwe ya şerqê de dibêje:

``Li hinek wilayetên rojavayê Firatê kurd bi awayekî belave cih bûne, divê em wan bikin Tirk… Ji bo vê divê em 10 salan hukmê avarte(Urfî) ragihînin…``

Sal 1926.Ji rapora Mufetişê Mulkiyê Hamdi beg:

`` Çikas diçe Dersim dibe Kurd.Tehluke jî mezin dibe. Dersim ji bo cumhuriyetê pirzikik e. Divê li ser vê pirzikê ameliyatek bête kirin , da ku ew ihtimala encama tehl ji holê bête rakirin.``

Sal 1930.Serokwezîr Îsmet Înonu, 31-ê Tebaxê sala 1930-ê ji Miliyetêre dibeje:

`` Li vî welatî tenê Tirk dikarin doza mafên nijadî bikin. Wek din,  ne mafê kesekiye doza tiştekî bike``

Sal 1931.Ji Rapora Serokfermandarê Tirkiye Fevzî Çakmak:

`` Dersim cahil e. Divê iskana icbarî bête karanîn. Divê desthilatdariya welatên dagirker bidin kardestên dewletê. Divê Tirkitiyê bidin qebûlkirin. Divê memurên kurd ji herêmê bêne dûrxistin. Şoreş bi nermî sernakeve. Midexeleya hêzên çekdar dê bandora xwe baştir bike û wê bibe bingehê pêkanînek baştir.Divê kurditî di nav civata Tirk de bête helandin.``

Sal 1932. Ji rapora wezîrê navxwe Şukru Kaya :

`` Divê em xelkê Dersima Bakur koçberê rojhilatê bikin. Ji berî operasyona leşkerî destpêbike divê hemî çekên di destê xelkê de bêne kom kirin. Memurên ji herêmê(yanî Kurd) hemû sîxurin. Divê em fêrî Dersimiyan bikin ku eslê wan Tirk e. Divê manawrayên perwerda balafiran li ser asmanê Dersimê bêne kirin.``

Sal 1940. Ji rapora CHP-ê:

``  Divê em Kurda bikin Tirk. Pirsa kurd pirsgirêka Tirkiye ya herî girîng e. Mercê asimîlasyonê yê herî girîng hînkirina zimanê Tirkiye.``

Sal 1961. Serokê înqilaba 27-ê Gulanê orgeneral Cemal Gursel dibêje:

`` Li Vî welatî Kurd tunene.Heçî bêje ez kurdim ezê tifê rûyê wan bikim``

Sal 1986. Ji wezîrê dervê yê dema Suleyman Demirel, kesayetek bi salan walitî, berpirsiyarê giştî yê asyîşa Tirkiye kirî, Îhsan Sabrî Çaglayangil serokê CHP-ê ji Kemal Kiliçdaroglu re dibêje:

`` Li Dersimê xelk revîbûn ketibûn di nav şkeftan de.Leşker gazên bi jehir karanîn. Ew wek mişkan jehr dan, ji 7 salî heta 70 salî li Dersimê Kurd hemî şerjê kirin.``

Sal 1986.Muhsin Batur Paşa, fermandarê hêzên asmanî yê ku muxtiraya 12-ê adarê îmze kirî, dema bûyerên Dersimê efsereke genc e di hêzên asmanî de. Dema behsa erka xwe ya taybet ya Dersimê dike , dibêje:

``Me çadirên xwe biçekî ji dûrî Elazîzê, li quntara çiyayê Xarbutê danîn. Me cara yekê êrîş bir ser Pertekê. Me ji du mehan zêdetir karek taybet kir. Ez doza lêburînê ji xwendevana dixwazim  behsa vê beşa jiyana xwe nakim..``

Sal 1991. Şêvekî li Enqere li kluba Anadoluyê, li ser şîvê de Demirel ji minre got:

`` Leşkera ji berî sala 1980-ê `` Qanuna Dersimê`` ji min xwestin. Min neda. Li Dersimê tiştên gelek xirab çêbûn. Anadolu mozaikek bi rengine… Gotina `` Ez çi bextiyarim ku Tirkim`` lê nenêre biçekî bêhna nijadperestiyê jê tê..``

Sal 2010. Serokwezîr Erdogan  dibeje:

`` Sala 1938-ê,li Dersimê 50 hezar kes hatine qetil kirin``

Hinek parlementerên CHP-ê ji van rastiyan aciz dibin. Ev rastî ji dîroka CHP-ê bi xwe tên.
Parlementerê Dersimê Huseyin Aygun ji bo di derbarê Dersimê de dîtinên xwe gotin di nav CHP-ê de, dixwazin wî darve bikin.
Heyf..
Tu behsa Dersimê nakî, Li Suri hevalbendiya rejima Bişar Esad bikî. Tu parêzgeriya Ergenekonê bikî,piştre jî behsa `` sosyal demokrasiye`` behsa guhertina bikî.
Kî ji we bawer dike?

Şerma kelepçê ya li dijî parlamenterê Kurd

Parlamenterê BDP’ê yê Riha Îbrahîm Ayhan yê ji doza KCK’ê girtî ku hê jî doza wî berdewam dike, diyar kir ku bi destê kelepçekirî dibin û tînin dadgehê û ji bo dawî ‘Li vê pêkanîna ku rûmeta mirov dişkîne bê’ xwest ku Serokê Meclisa Tirkiyê û Wezareta Dadê bikeve nava hewldanan.

Parlamenterê BDP’ê yê Rihayê Îbrahîm Ayhan wiha dibêje: “Ez li girtîgeha Riha girtîme. Di rewşek ku ez bûme parlamenter, hê jî di girtîgeha ku ez lê têm girtin de bi pêkanînên derveyî hiqûq û şikandina rûmetê re rû bi rû dimînim. Doza derbarê min de ku hê jî berdewam dike, dema ez diçim û têm dadgehê, bi kelepçe kirina destê min rûmeta min dişkînin. Min derbarê vê rewşê de Rêveberî û Dadwerê Dadgehê re diyar kiriye ku destê min kelepçe dikin, lê hê jî ev bê mafê li beramberî min berdewam dike.”

Ayhan diyar kir ku derbarê vê bê hiqûqiyê de faks ji Serokê Parlamentoyê û Wezareta Dadê ya Tirkiyê re şandiye û wiha got: “Ji bo rakirina pêkanînên şikandina vê rûmetê û yên wekî vê, ez bawer dikim ku hunê bi cihên peywendîdar re biaxivin û bikevin nava hewldanan.”

Wekîlê Serokê Koma BDP’ê Hasîp Kaplan diyar kir ku nameya Ayhan dayî wan, di dema danûstandinên li ser budceya 2012’an, daye Wezîrê Dadê Sadullah Ergin.”


Rûdaw

Silahlar sussun ama ‘silahları teslim edin’ demek olmaz.

Gazeteci-yazar Cengiz Çandar, „Tarafları masaya oturtmak için hareket etmemiz gerekiyor“ dedi.



Irkçılık ve Milliyetçiliğe DurDe! Girişimi ve Sosyal Değişim Derneği’nin düzenlediği „Nefret Suçları Karşıtı Buluşma“da „Uluslararası Deneyimler Işığında Kürt Sorununda Çatışma Çözümü Önerileri“ başlığıyla önceki gün bir sempozyum düzenlendi. Cengiz Çandar’ın moderatörlüğünde gerçekleştirilen sempozyuma Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, Ciemen Katalonya’dan Soroya Sough ve Emekli Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş katıldı. İlk olarak söz alan Cengiz Çandar, son derece kötü ve karanlık bir dönemden geçtiğimizi söyledi. Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu gibi isimlerin „terör örgütüne üye olmak“ gibi suçlamalarla tutuklandığı, hem PKK’lilerin hem de asker ve polislerin ölümlerinde artış olduğu bu günlerde Kürt sorununun çözümü için müzakerenin şart olduğunun altını çizen Çandar, sözlerini şöyle sürdürdü: 
- Askeri çözümlere karşı müzakere ile çözüm şart. Bunun için silahların rafa kalkması lazım. Silahlar sussun ama ‘silahları teslim edin’ demek olmaz. Çünkü bu son adımdır. Mesela John Major, IRA ile masaya oturulduğunda silahlar teslim edilsin dedi ve sonuç alınamadı ama Tony Blair sadece ‘silahlar sussun’ dedi ve barış için yol alındı. 
- Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve yayıncı Ragıp Zarakolu’nun tutuklama dalgası ile legal siyasi alan daraltılıyor. 
- Duyguları da köreltecek bir dönemdeyiz. Her şeyin savaş iklimine uygun bir şekilde mücadele aracına dönüşmesi, barışçıl çözüm önerilerini ve iyimserlik duygularını körelttiği bir dönemdeyiz. Muhatabımı zayıflatarak masaya oturayım derseniz durumu dikte etmiş olursunuz. 

- Silahların sesi bizim sesimizi bastırıyor. Ancak bizim konuşmaya devam etmemiz şart. Aynı zamanda öncelikle PKK’nin silahları susturduğunu açıklaması lazım. Ancak o zaman devlete barış için baskı yapabiliriz. 


YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

21 Kasım 2011 Pazartesi

Yıldırım Türker'in Gözüyle Bir Adet Bakan

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, AKP’nin vasatisidir. Kendisinin ustalık hükümetinin İçişleri’ne tayini de AKP’nin gelecek tasavvuru üstüne fevkalade açık bir sözdür.

Hepimize bir zamanların başbakanı Yıldırım Akbulut’u hatırlatması, Erdoğan’ın ebedi iktidara oynadığının da bir göstergesi elbet.

 En az kendisi kadar zeki ve hırslı bir lider olan Özal’ın, Cumhurbaşkanlığı’na terfi edince yerine memur ettiği bir şaşkın can idi Yıldırım Bey de.
Beyefendinin eski İstanbul Belediye Başkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı olarak başlayan serüveni, besbelli Erdoğan’la sağlam dostluk temelleri üstüne oturuyor.
Padişah usulü, duruma uygun bulunmuş dilsiz ulak. Birkaç incisinin dökümünü yaparsak ağzı laf yapan diğer hükümet eşrafının aslında hayatımızın kanadığı yerler üstüne ne demek istediğini anlayabiliriz. Sözgelimi 13 askerin hayatını kaybettiği Silvan saldırısının ardından bölgeye giden Şahin, havalimanında yaptığı açıklamada, operasyonların devam ettiğini ifade ederken Türkiye’nin özgürlüklerin alabildiğince yaşandığı bir ülke olduğunu belirterek “Herkesin aklını başına alması gerekiyor. Bu ülke özgürlüklerin alabildiğince var olduğu ve doya doya yaşandığı bir ülke. Var olan özgürlüklerin varlığını itiraf edecek kadar beyni, aklı özgürlükten yoksun olan birtakım insanlar var. Bu gerçekle karşı karşıyayız” demişti.
Kendisine doğal olarak Fırat Haber Ajansı’nın iddiaları da sorulmuştu. PKK askerlerin ölümünü üstlenmiyor, fail olarak Türk ordusunu işaret ediyordu. Şahin’in cevabı son derece basitti: “Yangın çıkmıştır, yangının sebepleri, şu anda çıkmış olan yangını geri getirecek değildir. Yanan ağaçlar orada kaybolan canları geri getirecek değil... Sebebi bellidir. Üç beş tane sebebi vardır: Yani yangın ya ateşle çıkar, ya bombayla çıkar, ya roketle çıkar, ya benzinle çıkar. Çıkar yani, netice itibariyle yanmıştır, yakılmıştır. Yani sebebini araştırmak, sebebini söylemek bir şey ifade etmiyor şu anda.”
Güzel, değil mi? Hükümetin en can alıcı noktasında bulunan bir bakan, durumu ‘Hatice, netice’ amiyaneliğiyle açıklığa kavuşturuveriyordu.
Dilinin kemiği, kendisinde izanın gölgesi yok.

‘Allah başka acı vermesin’ 
Geçen yazın tuhaflıklarından biri de bakanın bir taziye ziyaretiydi. Bakan Şahin, temmuz ayında Samsun’da düğünden dönerken gerilla zannedilerek güvenlik güçleri tarafından üzerlerine ateş açılan iki kardeşin ailesini ziyaret etmişti. Delikanlılardan biri ölmüştü. Bakan taziye evinde gönüller sultanı bir bilge, bir şuur erbabıydı:
“Allah sabırlar versin. Sizin acınız bizim de acımız. Hayat bu, acısıyla, tatlısıyla, sevinciyle birlikte yaşanıyor. Allah başka acı vermesin. İnşallah onun acısını da bir güzellikle sizden alır götürür.
Gazetelerde babanın beyanatını okudum, ‘Allah bana öbür evladımı bağışladı’ dediniz. Biz de aynı şeyleri düşünüyoruz, her şey olabilir hayatta, o da olabilirdi. Yani böyle pozitif bakmak bir de olaya öbür taraftan bakıp görebilmek hakikaten beni mutlu etti. Ben de öyle baktım.
Aksilik ya, öbürü de ölebilirdi. Sonuçta bir an, bir mekân, bir zaman, bir ortam var. Bunun bir de arka planı var, durup dururken olmuyor. O kadermiş, yaşanacakmış, yaşandı. İnşallah siz de, bir başkası da bu tür bir tatsızlığı, bu tür bir acı sürprizi yaşamaz.”
Bakanımız, hepimizi acı sürprizlere hazırlıklı olmaya çağırıyor, evladını yitirmiş insanlara, “Allah başka acı vermesin” diyordu.
Van depremi sonrası çadırları ziyaret edişini de televizyondan izledik. Her şeye iyi yanından bakma özelliğinin bu topluma sirayet etmesi için hayatımızın her alanına bulaşacak ya, orada da zar zor bir çadır bulup bu soğukta titreşen insanlara “Burada sarayınız var, çağırmıyorsunuz” diye latifede bulunuyordu.
Artık demokratik ve Kürt ve bilumum açılımlarından vazgeçmiş olan AKP’nin yüzü işte bu şahıstır. Güldürmeyen komik.
“Kürt sorununu arıyorum, arıyorum, bulamıyorum” dememiş miydi, İsmail Dümbüllü’nün kavuğuna göz diken Şahin?
Askeri vesayetin belini kırmakla iftihara geçen hükümet, askeri vesayetin en yüz kızartıcı döneminin diline sarıldı çoktan.
Büşra Ersanlı hakkında bu yiğit kasaba toramanının dediklerine bir bakın:
“Büşra Ersanlı Hanımefendi’nin 80 öncesi gençlik yıllarına bir yolculuk yapmanızı tavsiye ederim. Büşra Ersanlı’nın hangi komünizan faaliyetten mahkûm olduğunu, cezaevinde yatıp yatmadığını araştırın. Büşra Ersanlı’nın akrabalarının kimler olduğunu araştırın. Büşra Ersanlı’nın eniştesinin bu ülkede bir başka faaliyetten tutuklu olduğunu araştırırsanız görürsünüz.”
Komünizan kelimesini Faruk Sükan’dan beri işittiysem, hatırlamıyorum.
Hem böylesine fütursuzca ırkçı beyanatları da bir süredir unutmuştuk.
Haydi bakalım. Ben çocukluğuma kadar döndüm.
Yakında hükümeti yıpratma çabalarım nedeniyle bütün soylu soysuz geçmişim, nesep haritam ve gayri meşru ilişkilerim bağımsız medya kanalıyla ortalığa saçılarak bağımsız yargının karşısına çıkarılabilirim.
Belki oğlumu okulundan atar, dostlarımı da işten çıkarırlar. Olmaz mı dersiniz?

Radikal